Futbol ülkemizde ilk olarak 19. yüzyılın son çeyreğinde oynanmaya başlamıştır. İlk futbol kulübü İzmir’de İngilizler tarafından kurulmuştur. Daha sonra İstanbul’a sıçrayan futbol sevgisi, Kadıköy ve Moda çayırlarını etkisine almıştır.
1897’de İzmir’den gelen karmanın İstanbul karmasıyla karşılaşması, Türk topraklarındaki ilk futbol maçı olarak tarihe geçmiştir. İlk Türk futbol takımı ise Fuad Hüsnü Bey ile Reşat Danyal Bey tarafından devrin hafiyelerinden kaçabilmek adına İngilizce isimle kurulan ‘Black Stocking’ olmuştur. Bu takımın Papazın çayırında Rumlarla 1901’de oynadığı maç ise bir Türk takımının ilk futbol maçı olarak bilinir.
Genelde İstanbul’da yaşayan İngilizlerin başı çektiği, ayrıca Rumların da katılımıyla genişleyen futbol sevgisi, arka arkaya futbol kulüplerinin kurulması sonucunu doğurmuştur. İngilizler ve Rumların ortaklaşa kurduğu Kadıköy Futbol Kulübü bu anlamda İstanbul’un ilk kulübüdür. Fakat çıkan anlaşmazlıklar neticesinde İngilizler Moda Futbol Kulübü’nü kurmuş, ardından Kadıköylü Rumlar, Elpis ve Imogene kulüplerini kurarak İngilizleri takip etmiştir.
Bunun ardından aynı takımların katılımıyla 1903 yılında İstanbul Futbol Ligi kurulmuştur. İstanbul’da bir futbol liginin kurulması, bu coğrafyada futbolun daha da yaygınlaşacağının ilk işaretiydi. Türk gençlerinin gayretleriyle ilk resmi futbol takımımız da ortaya çıkmıştır. 1905’te Mekteb-i Sultani’nin 10. sınıf öğrencileri, Ali Sami Yen’in önderliğinde Galatasaray’ı kurmuştur. Galatasaray, 1905-1906 sezonunda İstanbul Ligi’ne katılmış, 1907-1908’de kazandığı ilk şampiyonlukla Türk futbol tarihi için bambaşka bir başlangıcı müjdelemiştir. Ardından Fenerbahçe ve Beşiktaş onları takip edince Türk futbolunun üç büyükleri tarih sahnesindeki yerlerini almaya başlamıştır.
Türkiye’de futbolun tam olarak yeşermeye başladığı periyot 1908-1923 arasıdır. II. Meşrutiyet sonrası esen özgürlük havasında yeni takımlar kurulmuş, bu arada Türk takımları da varlıklarını ciddi bir şekilde teyit ettirmiştir. İstanbul’un ardından İzmir, Ankara, Eskişehir, Bursa, Adana ve Trabzon şehirlerinde futbol büyük bir hızla yayılmaya başlamıştır. Pazar Ligi, Cuma Ligi, İstanbul Türk İdman Birliği Ligi ve İstanbul Şampiyonluğu Ligi bu dönemin önemli organizasyonları olmuştur.
Daha sonra yaşanan savaşlarla beraber futbol, yaklaşık 11 yıllık bir sekteye uğramıştır. Erken Cumhuriyet dönemi başka birçok alanda olduğu gibi futbolda da ilk önemli hamlelerin atıldığı bir dönüşüm sürecidir. Kazanılan zaferin coşkusuyla yeni bir ulusun temelleri atılırken, modernleşme ve dünyanın ileri medeniyetleri seviyesine erişme emeli bu yeni ulusun ilk hedefidir. Bilim, sanat ve spor olmak üzere her alanda yeni bir yapılanma ve oluşum söz konusudur.
Türk sporunun ilk teşkilatı olan Türk İdman Cemiyetleri İttifakı’nın kurulmasının ardından Yusuf Ziya Öniş başkanlığında ilk Türk Futbol Federasyonu 1923 yılında Şehzadebaşı’ndaki Letafet Apartmanı salonunda yapılan toplantıda ‘Futbol Heyet-i Müttehidesi’ adıyla kurulmuştur. Ardından FIFA’ya başvurulmuş ve Türkiye 21 Mayıs 1923 tarihinde FIFA’nın 26. üyesi olmuştur.
FIFA üyesi Türkiye, ilk milli maçını Cumhuriyetin ilanından üç gün önce oynar. 26 Ekim 1923 tarihinde İstanbul Taksim Stadı’nda Romanya’yla oynanan bu maç 2-2 sonuçlanmıştır. Ardından gelen dönemde Milli Takım’ı 1924 Paris Olimpiyatlar’na hazırlaması için İskoçya’dan Billy Hunter getirtilmiştir. Hunter, Türk futbolculara çağdaş futbolu tanıtan ve sistemli bir şekilde çalıştıran ilk teknik adam olmuştur.
1924 Paris Olimpiyatları’nda Çekoslovakya’yla oynanan ve 5-2 kaybedilen maç, kayıtlara Milli Takım’ın yurt dışındaki ilk maçı olarak geçmiştir.
İLK ŞAMPİYON HARBİYE
1936’ya kadar süren dönemde ilk Türkiye Şampiyonası Ankara’da yapılmış ve Harbiye şampiyon olmuştur. 1924’te FIFA’nın isteğiyle Sovyetler Birliği-Türkiye maçını Hamdi Emin Çap’ın yönetmesi ise bir Türk hakemin ilk kez bir milli müsabakada görev yapması anlamına gelir. İlk kez hakem ve antrenör kursu açılması da yine bu döneme rastlamış, ilk deplasmanlı lig kapsamındaki Milli Küme maçları da yine bu dönemde tertip edilmiştir. 1938 yılında Türk Spor Kurumu’nun kaldırılması ve Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün Türk sporuna hâkim olmasıyla beraber futbol da devlet yönetimine geçmiş olur.
YAZI TURAYI KAZANDIK, 1954 FİNALLERİNE GİTTİK
Türk futbolu 1950 sonrası gelişimini devam ettirdi. 1952’de profesyonelliğin kabulü, 1954’te Milli Takım’ın İsviçre’de düzenlenen Dünya Kupası’na ilk kez katılması, yine bu dönemde bazı Türk oyuncuların yurt dışında top koşturması en dikkat çekici gelişmelerdir.
Türk Milli Takımı aslında 1950 yılında, tarihinde ilk defa Dünya Kupası finallerinde mücadele etme hakkını kazanır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, tam 12 yıl sonra Dünya Kupası’nın yeniden düzenlenmesine karar verilmiştir. Finaller, savaştan yeni çıkan Avrupa’da değil, sırası gelen Amerika kıtasında oynanacaktır.
FIFA, bu konuda fazla düşünmez ve Dünya Kupası finallerini düzenlemek için can atan Brezilya’da karar kılar. Ancak bu karar Türkiye için ciddi bir darbe olmuştur. Çünkü elemelerde Suriye’yi 7-0 gibi ezici bir üstünlükle mağlup eden Milli Takımımız, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle dünyanın öbür ucundaki Brezilya’ya gidemeyecektir.
Yine de Dünya Kupası hasretimiz çok uzun sürmez. 1954 Dünya Kupası finalleri İsviçre’de oynanacaktır. Milli Takımımız elemelerde İspanya ile eşleşir. Bütün dünya gibi İsviçreliler de İspanya’nın finallere katılacağına o kadar inanmıştır ki, hatıra eşyalarına İspanyol bayraklarını bile işlettirmiştir. Milli Takımımız, Madrid’de oynanan ilk maçı 4-1 kaybettiğinde hiç kimse şaşırmaz zaten. Ama bu işin bir de İstanbul’u vardır. Ay-yıldızlılar rövanş maçını 1-0 kazanır. O dönemlerde averaj kuralı uygulanmadığı için İsviçre’deki finallere gidecek takımı belirlemek için tarafsız sahada üçüncü bir maçın daha oynanması gerekmektedir.
Tarafsız saha ise İtalya’nın başkenti Roma’dır. 90 dakikanın sonunda skor tabelasına 2-2’lik sonuç asılmıştır. Dönemin statüsünde uzatmalar ya da penaltılar yoktur. İsviçre biletini alacak takımı “kura atışı” belirleyecektir. Atışı yapacak kişi ise maç sırasında top toplayıcı olarak görev yapan bir İtalyan çocuğudur. Maçtan önce Türk futbol tarihine geçeceğinden habersiz olan Franco, hakemin ve kaptanların yanına gelir. Kaptanımız Turgay Şeren “yazı” demiştir. Franco’nun havaya attığı para yere düştüğünde ‘yazı’yı işaret etmektedir. İsviçre biletini cebine koyan Türkiye tarihinde ilk defa Dünya Kupası finallerindedir.
İLK GOLÜMÜZ SUAT MAMAT’TAN
İsviçre’deki finallerde performansımız beklentilerin çok gerisinde kalmıştı. Federal Almanya karşısında henüz 2. dakikada Suat Mamat’ın attığı golle 1-0 öne geçen ay-yıldızlılar sahadan 4-1’lik yenilgiyle ayrılıyordu.
İkinci maçtaki rakibimiz zayıf Güney Kore’ydi. Suat’ın 10 ve 30, Lefter’in 24, Burhan’ın 37, 64 ve 70, Erol’un da 76. dakikada attığı gollerle Güney Kore’yi 7-0 yenen Türkiye, Macaristan’a mağlup olan Almanya ile bir kez daha rakip olmuştu. Rövanşı 7-2 kaybeden milliler için Dünya Kupası erken sona ermişti.